DİLİMİZİ KORUYALIM *

...

DİLİMİZİ KORUYALIM  ama bağnazca bir tutum sergileyerek değil. Dil toplumun, halkın malıdır. Halka ters düşmek ikilem doğurur. Yanlış ama yaygın olan bir kullanımın önüne geçemezsiniz. Bunu zorlamaya çalışırsanız yapmanız gereken yeni düzenlemelerde de güven sağlayamazsınız. Dilimizde yaşayan, yaygın bir kullanım alanına sahip, yazımı ve söylemiyle artık bizden bir parça halini almış bu sözcükleri “yabancı kökenlidir” diye dışlayamazsınız. Yoksa siz dışlanırsınız. Bu durumda yapılması gereken şey o sözcüğe karşı Türkçe eş anlamlı bir sözcük türetmektir. Zaman içerisinde ana dilin verdiği tad, yabancı sözcüğü dışlayacak, o sözcüğü öldürecektir. Bunun gerçekleşmesi için olmazsa olmazların en başında, bilimsellik ve halkla bütünleşmek gelir. Halktan kopuk bir aydın kesim halkın diline ne derece gerçekçi anlamda tercüman olabilir. Masa başında kariyer yapmanın, politika üretmenin, bireyselliğin dışında kime faydası olabilir. Ama dil bireyselliğin aşılmasını gerektiren millî bir bütünlüğün temeli değil midir?  

Bilim dünyasındaki hızlı gelişim ve buna paralel olarak gelen araç ve gereçlerin önüne set çekmenin mantığı olabilir mi? Elbette hayır. Ama bu ürünlerin, beraberinde gölge gibi sinsice ve acımasızca dilimize sokmaya çalıştıkları sözcükleri yanlarında getirmelerine de izin veremeyiz. Vermememiz gerekir. En kısa zamanda bunları adlandıracağımız sözcükleri gün ışığına çıkarmalıyız. Bir anlık gecikmenin bile vereceği zarar, çığa dönüşen kar zerreciğinden farklı olmayacaktır. Eğer başı boş bırakılır, bir sözcükten bir şey olmaz, düşüncesi arkasına gizlenerek avuntu içine girersek sadece ve sadece kendimizi kandırmış oluruz. Bu damlacıkların zamanla nelere mal olacağı, göl mü yoksa sel mi olacağı, önünde nasıl durulacağı iyi hesaplanmalıdır.  

Sözcüklerin türetimi sırasında iki aşamalı yol izlenmek zorundadır. Bu iki aşamada bilimsellik ön planda olmalıdır.

1- Meslekî açıdan inceleme: Kullanıma yeni giren ürünle ilgili uzman kişilerin bir araya gelerek yapacakları inceleme sonucu hangi kavramların ortaya çıkabileceğini belirlemeleri gerekmektedir.

2- Dil açısından inceleme ve sonuçlandırma: Birinci aşamadaki uzman kişilerin elde ettikleri veriler, dil uzmanlarıyla bir araya gelinerek tartışmaya açılmalı ve sonuçta dilin yapısına uygun en güzel yapılar belirlenmelidir.  

Bu iki aşama birbirini tamamlayan bir mekanizma olmak zorundadır. Aksi takdirde birinden birinin işin dışında bırakılması sonuçun sağlıklı olmayacağı ve işin şansa bırakılacağı anlamına gelecektir. Burada da iş yine bireysellikten ziyade grup çalışmasına düşmektedir.  Ancak ve ancak bu şekilde dil kirliliğinin önüne geçilebilir. Ülkemizde de bu işlerin yürütülmesinden sorumlu olarak TDK ön plana çıkmaktadır.  Bu yasalar gereği de böyledir. Ancak yasalar TDK’ye bu görevi verirken bize de  “Siz durun, bu sizin işiniz değil!” dememiştir. Dolayısıyla bir kenarda seyirci kalıp birilerinden medet umacağımıza bir an önce bu ulusun bir bireyi olarak sorumluluğumuz olması gereken şeyi yani  “boşvercilik” kınından sıyrılarak üstümüze düşeni, dilimize sahip çıkıp onu korumayı üstlenmeliyiz.

Kendimizle barışık olamadığımız, başkalarının bizden üstün olduğu düşüncesinin ezikliğinden kurtulamayıp dilimize, dinimize, kültürümüze sahip çıkamadığımız, hele hele yozlaşmasına "bananecilikle" yaklaşarak tarihimizi, onurlu geçmişimizi unutup onursuz yarınlara özendiğimiz sürece boyunduruk boynumuzun borcudur.

Gelecek kuşakların hâlâ gurur duyabilecekleri bir dilinin olmasını istiyor, Türk’e Türkçeden başka bir dil yakışmaz diyorsak gelin DİLİMİZİ KORUYALIM.

...

Halka hitap etmeyen, halkın duygusunu yansıtmaktan aciz sözcüklerin hiç bir dilde barınamayacağı, hatta hiç kullanıma geçemeyeceği unutulmamalıdır. Dile kazandırılacak yeni sözcüklerin oluşturulma gayretleri sırasında bunun göz önünde tutulması başta gelen zorunluluklardan biridir. Dil bir kültür yansımasıysa kültür de yaşamın yansıması, göstergesidir. Dilimize sahip çıktığımız oranda geleceğimize, kültürümüze sahip çıkmış olacağımız bir gerçektir. Bu nedenle yeni sözcüklerin dilin kurallarına, duygu ve kültür anlayışımıza ters düşmemesi, çelişki yaratmaması gerekmektedir. Ancak o zaman dil zevkini tadarak konuşmanın, anlaşmanın güzelliğini yaşayabiliriz. Bu da dilde yama gibi sırıtan yabancı sözcüklerle değil, kendi dilimizin söz dağarcığının değerlendirilmesiyle gerçekleşecektir. O halde  neden el dili diyelim?

TÜRKÇESİ VARKEN EL DİLİNE NE GEREK?

Saygılarımla

Tahsin MELAN

dilimiz.com

*dilimiz.com sitesi giriş makalesinden 


 

 

Öneri ve desteklerinizle siz de katkıda bulunmak ister misiniz?

O halde buyrun...